KENTSEL ALANDA ANTROPOSENTRİZM VE ATAERKİLLİK

Almanak 2002

  1. Giriş

Ekolojik yıkımın küresel problem olarak tanımlanması Kadın Çalışmaları da dahil olmak üzere pek çok alanda doğanın analiz birimi olarak bu çalışmalarda yer almasını sağlamıştır. 1980’lerden sonra Batı’daki Kadın Çalışmalarında ayrı bir dal olarak gelişen Ekofeminizm farklı feminist ve çevre yaklaşımlarını birleştirmiştir. Ekofeminizmin temel varsayımı, ataerkilliğin kadına ve doğayı birlikte hükmetmesidir. Kadının özgürleşmesi doğayı da özgürleştirecektir. (Birkeland, 1993; Merchant, 1995; Ruether, 1992; Warren, 1996)

İnsan-Doğa ilişkisini tanımlayan antroposentrik ve ekosantrik[1] bakış açılarına ciddi eleştiriler getiren Ekofeministlere göre, erkek egemenliğindeki üretim tarzlarında androsentrik (erkek-merkezci) ve antroposentrik yaklaşımların, kadının cinselliğini kontrol edilmesi ve artık-ürün üretimi ile ikili kriz yaratmaktadır: Aşırı nüfus ve çevresel yıkım (D’Euabonne, 1980- Mellor, 1996’nın içinde). Ancak bu yaklaşım kır-kent ayırımı yapmadan bütün mekanlarda kadına ve doğaya hükmedildiğini varsayar. Oysaki mekansal farklılıklar, kadını doğayla birlikte hükmedilen değil, aynı zamanda doğaya hükmeden konumuna da getirir. Kentsel alanda antroposentrizm ve ataerkilliğin, ev içi iş bölümü vasıtasıyla  kadını nasıl doğayla birlikte hükmedilen ve aynı zamanda doğaya hükmeden konumuna getirdiği bu çalışmanın konusunu oluşturmaktadır.

 

  1. Kentsel Alanda Antroposentrizm

Kadının ve Doğanın ikili sömürüsü, Batı Felsefesindeki dualizmden kaynaklanmaktadır (King, 1990: 106-7; Plumwood, 1993:2). Batı Felsefesi ve teknoloji insan/doğa, kültür/doğa, erkek/kadın, düzen/kaos, akıl/duygu, ölüm/yaşam karşıtlıklarına göre formüle edilmişlerdir. Kent bu karşıtlıkların doğa üzerine yansıtıldığı bir mekan olarak gelişmiştir. Kentsel alanda doğa, hükmedilecek, dönüştürülecek, kısıtlanacak ve düzenlenecek bir ‘şey’ olarak tanımlanır. Kültürün alanına dahil olan kent, kendisini doğanın karşıtı olarak tanımlar. Kent, doğayı binalar, yollar, kanalizasyon sistemleri, alış-veriş mekanları, parklar ve diğer düzenlemelerle insan-yapımı çevreye dönüştürür. Doğa, artık toplumsal kategorilerin etkileşime girdikleri insan-yapımı düzenlenmiş bir çevredir.

Dönüştürme süreci, insan ve insan-olmayan unsurların ayrılmasını içerir. Doğa parçalara ayrılarak, dönüştürürlememiş doğa parçalarının kapladığı alan sınırlandırılır. Son olarak kent, insan-yapımı çevrenin ve toprak, hayvanlar, vahşi bitkiler gibi bölünmüş doğa parçalarının varoluş şartlarını düzenler. Kent, el değmemiş doğa ile kendisi arasındaki ilişkiyi, kenti çevreleyen kısmi olarak  düzenlenmiş doğa parçaları olan tarım arazileri vasıtasıyla sağlar. Tarım arazileri kentlerle dokunulmamış doğa arasında koridor oluştururlar.

Modern kent, kentin kendisinden daha farklı bir alan olsada kentin temel karşıtlıklarını bünyesinde barındırır ve bu karşıtlıklara bir yenisi ekler: kent/kır karşıtlığı. Bu karşıtlık doğrultusunda modern kentlerde doğanın nasıl tanımlandığını anlayabilmek için kentsel alanın doğa üzerindeki işleyişini yansıtan kentsel problemlerin nasıl tanımlandığına bakmak gerekir.

Modern kentlerdeki kentsel problemler hane, topluluk, kent ve yerel/ulusal düzeyde farklı tanımlanırlar (Srinivas, 1999:37). Hane bazında kentsel problemler hane ve insan sağlığı ile ilgilidir: Ev atıklarının toplanması, hava-su-gürültü kirliliği ve salgın hastalıklar. Topluluk bazında kentsel problemler, toplanan atıkların depolanması, toprak kirliliği, yetersiz ve uygun olmayan teknolojinin kullanımı ve sel, fırtına gibi doğal afetlerdir. Kent bazında kentsel problemler, trafik yoğunluğu, tarihi mirasın kayboluşu, bina değerlerinin ve mülkiyetinin kısıtlanması, yetersiz vergi gelirleri, yeterli hukuki düzenlemelerin olmayışı, aşırı kalabalık, yanlış ve yetersiz kent yönetimi uygulamaları, elektrik tüketiminde kayıplar, hava-su-toprak ve gürültü kirliliği, tarım alanlarının yok olması ve çölleşmesi, zehirli atıkların depolanması, sel, su basması, kazalar ve diğer felaketlerdir. Bölgesel/Ulusal bazda kentsel problemler, deniz kirliliği, bitki örtüsünün kaybı, bioçeşitliliğin kaybı ve bazı türlerin neslinin tükenmesi, toprak erozyonu, artan tuzluluk, asit yağmurları, toprak temizleme ve orman kayıplarıyla küresel ısınma ve iklim değişiklikleri olarak tanımlanırlar. Kentsel problemlerin yukarıdaki tanımlarına bakarak doğanın bir felaketler ve ölüm alanı olarak tanımlandığını söyleyebiliriz.

Kentsel alanda yaşam/ölüm karşıtlığı sağlık/ölüm karşıtlığına dönüşür. Doğrudan insan aktivitelerinin sonucu olarak atıkların yarattıkları felaketler ve doğanın kendi hareketleri olan sel, fırtına,  depremler dışında, doğanın unsurları olan çamur, sinekler, bakteriler ve hayvanlarla doğrudan temas felaket ve hastalık nedenleri olarak kabul edilir. Yaşamın kalitesi, kentsel yönetimin doğa üzerindeki etkinliğinin bir ölçüsü olan sağlığın kalitesi ile ölçülür.

Vahşi bitkilerin ve hayvanların homojenleştirilmesi ve yok edilmesi kent yaşamının başlıca özelliğidir. Örneğin, sokaktaki sahipsiz kedi ve köpeklerin itlafı, böceklerin yok edilmesi için ilaçlamalar yerel yönetimleri tarafından sunulan hizmetlerdir ve modern kent yönetiminin gelişmesi ile ortaya çıkmıştır.

Modern kent yönetiminin gelişmesi ile kentlerden doğa parçalarının yok edilmesi ve kentin tamamen insan-yapımı bir çevreye dönüştürülmesinin örneğini İstanbul’da görebiliriz. 1608 yılında İstanbul’da vahşi hayvanlar ve insanlar farklı mekanlarda yer alsalarda, şehrin içindeki bir kilisede vahşi hayvanların korunması ve bakımı yapılıyordu. Ayrıca kediler, köpekler ve kuşlar sokaklarda günün belli saatlerinde bu işle görevlendirilmiş kişiler tarafından her gün besleniyorlardı (Andreasyan, 1964: 7, 14). Yalnızca 200 yıl sonra, modern kent yönetiminin gelişmesiyle, İstanbul’un 7.ci belediye başkanı Server Paşa’nın yönetiminde (7 Mart 1868-6 Temmuz 1870) ilk defa Batı tarzı parklar ve bahçeler düzenlendi. İstanbul’un 32.ci belediye başkanı Suphi Bey (25 Mayıs 1910-26 Temmuz 1911) ise ilk defa olarak bina çevrelerinin ağaçlandırılması ve sokaklardaki sahipsiz hayvanların itlafını belediye hizmeti olarak sundu (Ziyaoğlu, 1971:95-98, 108-182).

Kentin karşıtı olarak tanımlanan kırda problem olarak tanımlanmayan sinekler, çamur ve diğer hayvanların yok edilmesi modern kentlerde temel belediye hizmetlerinden sayılmaktadır. Asfalt yolların yapımı ve bataklıkların kurutulması yalnızca ulaşım sağlamak için değildir. Aynı zamanda bu doğa unsurlarının da yok edilmesini amaçlar. Ancak bunlar yalnızca ‘görünebilen’ parçalarının yok edilmesidir. ‘Görünmeyen’ unsurların yok edilmesi ise hanede gerçekleştirilir. Kadınların kentsel alandaki doğa unsurlarının yok edilmesinde hemşehri olarak ve ev içi işbölümünde pisliklerin temizlenmesinden sorumlu kişi olarak önemli bir rolü vardır. Hijyen bu ‘görünmeyen’ doğa unsurlarının yok edilmesini içerir.

Modern bilimin bir kavramı olan hijyenin insan sağlığı için çok önemli olduğu varsayılır. Evde hijyen kadının ev içi emeği ile sağlanır. ‘Görünebilen’ doğa parçalarının yok edilmesi ise belediye hizmetlerinin içinde yer alır ve erkekler tarafından gerçekleştirilir. Belediye hizmetlerinin yetersizliği durumunda kadınların evlerinin önünü veya sokakları süpürmeleri III.Dünya ülkelerinde çarpık kentleşmenin göstergesi olarak kabul edilen gecekondu bölgelerinde ve az nüfuslu şehirlerde görülür.

Modern kent, kültür, düzen, refah ve sağlık alanı olarak kendi parçalarını da yerel ve uluslararası düzeyde tanımlar, dönüştürür, kısıtlar ve düzenler. Örneğin, gecekondu bölgeleri kent kültürü ile kaynaşmanın gerçekleşitirilemediği, belediye hizmetlerinin yetersizliğinin, yoksulluğun, doğal unsurların temizlenememesi nedeniyle salgın hastalıkların, ölümün, kısacası kaosun alanı olarak tanımlanır. Gecekondu bölgesi, kent yönetiminin yeterli kontrolü sağlayabilecek düzenlemeyi gerçekleştiremediği bir alandır. Oysaki kentin sınırları içinde kalan tüm toprak, su, hava ve bitkiler yönetim sistemi tarafından birbirleriyle kaynaştırılmalı ve kontrol edilebilmelidir.

“Modern kentlerle birlikte yüzyüze gelinen sorunlar çevresel yıkım, yoksulluk, yetersiz barınma, içme suyunun kalitesinin düşüklüğü, kanalizasyon sisteminin yetersizliği, eğitim ve ulaşım imkanlarının kısıtlılığıdır. Kentsel yönetim için yeterli bir yönetimin geliştirilmesi ihtiyacı ve parasal kaynaklar çok önemlidir.”(Desai, 1999:236)

Bu bakış açısına göre, yaşamın sürdürülebilmesi için kentsel alanın düzendışı kullanımı, bu bölgelerin ve buralarda yaşayan yoksulların kentsel yöntem için çözülmesi gereken birer sorun olarak formüle edilmesini gerektirir.

“Belediyenin bakış açısından, yoksulluk en önemli problemdir. İlk olarak, yoksulluk geleneksel kent yönetiminin olanaklarını kısıtlar çünkü kamu kaynakları üzerinde sürekli bir gedik oluşturur; Kent planlamasını ve düzenlemesini zorlaştırır; Kısa vadeli hedeflerle ihtiyaçların giderilmesini içerir; Tanı koymaya yönelik yöntemler, doğrudan sonuçlara ulaşacak öneriler üretmeyebilirler ve kökleri yerel kontrolün ötesinde yer alır. İkincisi, yoksulluk ve bölgedeki etkilerinin, çocuk ölümleri ve işsizlik oranının yüksekliği, yetersiz belediye hizmetlerinin sunumu gibi kritik göstergelerin yokedilmesi ya da azaltılmasını hedefleyen belirli önlemlerin yönetim tarafından acilen uygulamaya konulmasını gerektirebilir. Üçüncüsü, yerel yönetim, fakirlerin kendilerine yeterli olma çabalarını kaynak olarak kullanıp...yerel yönetim araçlarına duyulan ihtiyacın azalmasına yol açabilir......Bu problemdeki dördüncü boyut, yoksul bölgelerin kamu sektöründe ve bölge üzerinde ağır bir yük oluşturmasıdır çünkü çevresel yıkım, insanların yaşamlarını oluşturmak ve sürdürmek için asgari giderleri dahi karşılayabilecek kapasiteye sahip olmamasının sonucudur.” (Simioni, 1999:133)

Özetle kent, insana, erkeğe, kültüre, düzene, refaha ait olandır. Böyle bir alanda kadın ve insan-olmayan doğaya birlikte hükmedilir. Ancak ev içi işbölümü ile kadına ait alanda, kadın-doğa ilişkisi farklı bir biçimde oluşmaktadır.

  1. Kentsel Alanda Ev içi İşbölümüde Antroposentrizm ve Ataerkillik

Gelişmekte olan ülkelerin kırsal kesimlerinde kadınlar ev içi işbölümü doğrultusunda hanenin yiyecek, yakacak, giyecek ve barınma ihtiyacını doğrudan doğa ile ilişkiye girerek sağlarlar (Shiva, 1994; Agarwal, 1992). Aynı zamanda bitkilerden elde ettikleri ilaçlarla tedavi görevini üstlenirler. Kadını emeği vasıtasıyla doğrudan doğa ile ilişkiye girmesini sağlayan bütün bu aktiviteler kentsel alanda, kentin yeniden tanımladığı ve homojenleştirdiği doğaya göre dönüştürülürler. Kentte kadınlar ev içi işbölümüyle insan-olmayan doğaya hükmedenler haline gelirler.

Kırsal kesimde hayvanlar ve bitkilerle kurulan ilişki besin ve giyecek sağlamaya, onların güçlerinden yararlanmaya yöneliktir. Ancak kentlerde hayvanlar ve bitkilerin yeni bir sınıflandırılması yapılır. Hayvanlar, dokunulabilen, sevgi gösterilebilen, yenilebilen ve kullanılabilen hayvanlarla, insan sağlığına zararlı ve vahşi olanlar olarak ayrılırlar. Bitkilerse estetik olanlar ve yenilebilenler olarak kentlerde kadının insan-olmayan varlıklarla kurduğu ilişkiyi oluştururlar.

Dokunulabilen ve sevgi gösterilebilen hayvanlar ev hayvanları olarak, yenilemeyen bazı bitkilerse estetik oluşlarından dolayı evcilleştirilirler. Bu evcilleştirme ve kategorileştirme kültürel olarak belirlenir. Örneğin, Çin ve Kore’de köpek yenilebilir hayvanlar sınıflandırmasında yer alırken, Batı’da ve pek çok gelişmekte olan ülkede ev hayvanı olarak kullanılır. At ve deve gibi bazı hayvanlar da, bir kısım ülkelerde yenilebilen ve kas gücünden yararlanılan hayvanlar olarak kabul edilirler. Bunların dışında kalan hayvan ve bitkiler, insan sağlığı için zararlı olarak sınıflandırılırlar.

Ataerkil ideolojinin tanımladığı kadın psikolojisinde kadının biyolojik yapısında bulunduğu varsayılan ‘şefkat’, yalnızca modern bilimin hijyen kurallarına göre yaşam alanları sınırlandırılan ve belirli kurallara bağlanan bu homojenleştirilmiş ve evcilleştirilmiş doğa parçalarına yönlendirilir.

Evcil hayvan kategorisi genel olarak insanın insan-olmayan üzerindeki üstünülüğünü, özel olarak da doğanın sınırlandırılması ve homojenleştirilmesini yansıtır. Ev hayvanı besleme veya çiçek yetiştirme, kentlerde doğa ile doğrudan ilişki kurmada izin verilen tek aktivitedir. Ev hayvanı olarak beslenecek türlerin seçiminde kullanılan kriterler bile insanın insan-olmayan üzerindeki üstünlüğünü yansıtır. Bir ev hayvanının tercih edilmesinde, besleme ve bakım maliyetinin düşüklüğü, çiftleşme ve üremesinin kontrol edilebilirliği, hareketlilik derecesi, doğrudan temasta hastalık nedeni olan bakteri ve virüsleri taşıma riskinin azlığı, insan hareketliliğini kısıtlama derecesi, insan davranışlarına tepki verme seviyesinin düşüklüğü kullanılan belli başlı kriterlerdir.

Bu kriterler ev hayvanı olarak sınıflandırılan hayvanlar arasında da tercih edililirlik derecelerini belirler. Örneğin, yukarıdaki kriterlere göre kuşlar ve balıklar, kedi ve köpeklere oranla ev havyanı olarak daha fazla tercih edilen türlerdir. Buna karşılık süs bitkileri ev hayvanlarından daha fazla rağbet görür. Kent insanı açısından bir süs bitkisi ile ev hayvanı arasındaki en büyük fark, süs bitkilerinin hareket edememesi ve sadece suya gereksinim duymalarıdır. Ev hayvanları arasında ise, insan davranışlarına benzer tepkileri  daha az olanlar daha fazla tercih sebebidir. Diğer hayvanların tamamı ya ölü ve yiyecek olarak kullanılırlar ya da görünmez ve zararlı olduklarından çözülmesi gereken bir problem olarak tanımlanırlar.

Estetik değerler atfedilen doğa sevgisi akla ve ideolojiye aittir. Uygulamada ise doğa sevgisi, boş zamanları değerlendirme aktivitesi olan doğa yürüyüşlerine çıkma, doğayı sanat çalışmalarının nesnesi haline getirme ve ev hayvanları beslemeye dönüştürülür. Bu uygulamaların çevre bilinci olarak belirmesi tanımlanmış bu parçalara ‘zarar vermeme’ olarak algılanır.

Kırsal alanda doğa ile doğrudan kurulan ilişki vasıtasıyla yiyecek sağlama ve yiyecek üretme aktiviteleri kentsel alanda mutfakta yemek pişirme ile sınırlandırılır. Ev içi işbölümünde kadının yiyecek sağlayıcı rolü nedeniyle, kentte hem kadınlar hem de hayvanlar yiyecek hazırlama ve yiyecek olarak hazırlanmak üzere evcilleştirilirler (Gruen, 1993: 72).

İnsan bedeninin yalnızca hayvanlardan elde edilen bir tür proteine ihtiyaç duyduğu iddiası modern bilimin bir varsayımıdır. Dişil proteinler-süt ve süt ürünleri ile yumurta- ve  hayvan eti bu tür proteinin kaynağıdır.

Ekofeminist yazarlara göre et yeme ve hayvanları ‘et’e indirgeme ne doğal ne de tarafsızdır. Öncelikle et yeme mutfakta erkek egemenliğini ortaya koyar. Adams’a göre (1987:51-55, Gruen, 1993: 72 içinde), beslenme alışkanlıkları, sınıf farklılıkları ile ataerkil farklılıkların bir göstergesidir. Ataerkil kültürlerde kadınlar ve ikinci sınıf insanlar, ikinci sınıf yiyecekler olarak kabul edilen sebze, meyve ve tahılla beslenirler. Et yemedeki cinsiyetçiliğin sınıf farklılıkları ile birleşmesi, etin eril bir yiyecek olduğu ve et yemenin erkekçe bir iş olduğu mitinde özetlenir.

Et yeme, kadınların ve hayvanların tüketilebilecek nesneler olduğu düşüncesine dayanan inanç sistemine göre oluşan tüketim hiyerarşisinde erkeklerin en üst noktadaki yerlerini almalarını sağlarlar. Gruen’a göre (1993:74) kıtlık zamanlarında kadınlar açlık çekerken ya da yetersiz beslenirken, et erkekler tarafından yenilir. Farklı kültürlerde kadının beslenme alışkanlıkları ile ilgili tabular, güç ilişkilerinin neyin tüketileceği ve kim tarafından tüketileceğini belirlemesinin bir göstergesidir.

İkinci olarak et yeme ne doğal ne de tarafsızdır. Adams (1993:200), insanın da diğer hayvanlar gibi yırtıcı olduğu düşüncesinin siyasetin doğallaştırılmasının bir örneği olduğunu söyler. Bu iddia hayvanların birbirlerini yemeleri ile insanın hayvan yemesi arasındaki farkı göz ardı etmektedir : insanın yırtıcı olması gerekmez. Et üretme çiftlikleri gibi insanlık dışı yapıların doğada hayvanlar arasında karşılığı yoktur.

Üçüncü olarak, et yeme kişisel bir tercih olarak tanımlanamaz. Eti satın almak, yiyecek olarak hazırlamak ve tüketmek ev içi aktivitelerine dahil olsa bile, ölü hayvanların pazarlanması ve satın alınması, doğrudan pazarın taleplerine göre fabrika çiftlikler kurarak hayvanların ucuz maliyetle üretimini de kapsar (Adams, 1993: 199).

Gelişmiş ülkelerdeki fabrika çiftlikler, diğer hayvan türlerinin yok edilerek yalnızca yiyecek olarak pazarlanabilecek bir kaç türün çoğalmasına izin verir. Hayvan çiftliklerinde yetiştirilen hayvanların etlerinin pazarlarda alınıp satılması bu hayvanların acılarını gözlerden saklar, görünmez kılar. Öldürme işlemi sırasında insanla hayvan arasındaki ilişki kesilir. Kadın psikolojisinde var olduğu iddia edilen şefkatin, bu görünmezlik nedeniyle marketlerde et olarak paketlenmiş hayvanları da içine almasına izin vermez.

Çocukların hastalık nedeni sayılan unsurlardan arındırılmış bir ortamda büyüyebilmeleri için gerçekleştirilen hijyen, doğanın kadın eliyle yok edilmesinin bir başka örneğidir. Hijyen ve temizlik farklı kavramlar olsalarda sağlık kavramı ile ilişkilendirilirler. Hijyen sağlama, insan yaşamından bütün doğal elementlerin yok edilmesi ile sağlığın elde edilmesidir. Bu noktada hijyenle temizliği birbirinden ayırmak gerekir. Temizlik bir nesneyi kullanım veya yeniden kullanım için hazır hale getirmektir. Hijyen ise temizlik sırasında bütün görünmeyen elementlerin yok edilmesini öngörür.

İnsanların yaşam beklentilerini uzatmak ve hastalıklardan arındırılmış bir yaşam sağlamak bütün ülkelerin en temel amaçlarından biridir. Bu amaç sağlıklı olmanın normal, hasta olmanın anormal bir durum olduğu varsayımına dayanır. Kamu sağlığın güçlendirme çabaları ile iş gücü kaybını önleme arasında bir ilişki olsada, hijyen vasıtasıyla sağlıklı bir ortam yaratma düşüncesinin kökleri modern bilimin gelişmesinde yatar.

Kırsal topluluklarda kadının geleneksel bilgiye dayanarak bitkilerden elde ettiği ilaçlarla tedavi kentsel alanda sağlık kurumlarına devredilir. Sağlık kurumlarının dışında bu hizmet evde kadın eliyle görünmeyen doğa elementlerinin yok edilerek hijyen sağlanmasıyla devam eder. Çünkü hijyen temizlik işinin bir parçası olarak tanımlanır.

Kırsal kesimde insanlarla hayvanların yaşam alanları kesin sınırlarla belirlenmemiştir. Hayvanlar yiyecek, giyecek, yük taşıma ve yakacak elde etme araçları olarak yaşamın bir parçasıdır. Sağlıklı ortam hijyenle ölçülmez. Hijyen vasıtasıyla doğal elementlerin bedenden, yaşanılan yerden ve ortak mekanlardan yok edilmesi kentte olduğu görüldüğü gibi problem olarak tanımlanmaz. Hayvanlarla birlikte yaşamak ve doğa ile doğrudan temas temizliği insan sağlığı için önemli hale getirse de bu temizlik bütün doğal unsurların yok edilmesini kapsamaz. Özetle, hijyen modern kent yaşamının ortaya çıkardığı bir kavramdır. İnsan/doğa ayırımına ve insanın doğa üzerindeki üstünlüğü düşüncesine dayanan modern bilimin bir ürünüdür.

Modern bilim aynı zamanda hayvanları birer makina olarak kabul eder ve insan sağlığını güçlendirme adına hayvanlar üzerindeki deneyleri onaylar. Aslında hayvanlar üzerinde yapılan deneyler büyük bir iş kolu oluşturmaktadır. Büyük şirketler inanılmaz kârlarla özel araçlar, elektrikli kafesler, ameliyat aletleri satarlar. Hayvanların kendileri de büyük şirketler tarafından üretilerek pazarda özel alıcıların tüketimine sunulurlar. (Gruen, 1993: 65-66)

Hijyen yalnızca insan sağlığını güçlendirmek için temizlik ürünlerinin kullanılmasıyla sınırlı kalmaz. Kadın bedenindeki kirlerin ve doğal kokuların yok edilmesini de içerir.  Hijyen sağlayan temizlik ve kozmetik ürünler ise çevreye zarar verirler ve satışa sunulmadan önce hayvanlar üzerinde test edildiklerinden milyonlarcasının ölümüne ya da sakat kalmasına neden olurlar. (Gruen, 1993:69-70)

Modern bilim kadın bedenini de hayvan bedeni gibi denek olarak kullanır. Kadın bedeni ve hayvan bedeni erkekler tarafından kontrol edilen ilaç şirketlerinde gebelikten korunma araçları araştırmalarında riske atılırlar. Dünyadaki nüfus artışının problem olarak tanımlanması, III.Dünya ülkelerindeki kadınların gerçek deneylerle ve üreme seçimleri yönledirilerek acı çekmelerine neden olur. Yeni üreme teknolojilerinden az sayıda doğurgan olmayan orta sınıftan kadınlar yararlanırken, bu teknolojilerin üretilmesinde denek olarak kullanılan kadınlar acı çekerler, sakatlanırlar (Diamond, 1990: 206; Gruen, 1993: 66-68). Kadının doğurganlığının gebelik önleyici araçlarla düzenlenmesi ve sınırlandırılması, doğanın hayvanlar ve vahşi bitkiler yoluyla yaşam üretme yeteneğinin sınırlandırılması ve düzenlenmesi ile benzerlik taşır.

  1. Sonuç

Batı dualizminin mekanda somutlaşması olarak kent, doğayı insan yapımı-çevreye dönüştürür. Bu süreç insan ve doğa unsurlarının ayrılması, insan-olmayana ait alanların sınırlandırılmasını kapsar. Kentlerin doğa üzerindeki üstünlüğünün göstergesi olarak gelişen modern kent yönetimi, doğal unsurların yalnızca sınırlandırılması ile kalmaz, görünmeyenlerde dahil olmak üzere tamamen yok edilmesini hedefler. Gecekondu bölgeleri gibi dönüştüremediği ve düzenleyemediği kent alanlarını ise doğanın unsurları olarak tanımlayıp sınırlandırması ve yok edilmesi gereken sorun olarak tanımlar.  İnsan/doğa, kültür/doğa ve erkek/kadın karşıtlıklarında kent, insana, kültüre ve erkeğe ait olandır. Bu ortamda kadın ve insan-olmayanlara birlikte hükmedilir.

Ancak kent ortamında, ataerkil ideolojiye göre belirlenen ev içi iş bölümü vasıtasıyla, yiyecek sağlayan, temizlik yapan, çocuk büyüten ve biyolojisine içkin olduğu varsayılan şefkati ev hayvanları beslemeye yönelten kadın aynı zamanda doğa unsurlarına hükmeden ve onları yok eden konumuna gelir. Bu konum onun erkek tarafından hükmedilen konumu ortadan kaldırmaz, yalnızca iki hükmedilen kategori (kadınlar ve insan-olmayan doğa) arasında hükmeden ve hükmedilen olarak ayrılmalarına neden olur.

Kaynakça

Adams, C.J (1993). “ The Feminist Traffic in Animals”, Ecofeminism: Women, Animals, Nature. Yayına hazırlayan: G. Gaard, Temple University Press: Philadelphia, Sf. 195-218

Agarwal, B (1992), “The Gender and Environment Debate: Lessons from India”, Feminist Studies, c.18., s.1, Sf.119-158

Andreasyan, H.D (1964). Polonyalı Simeon’un Seyyahatnamesi: 1609-1619,Istanbul Unv. Yay. No: 1073, Baha Matbaası: İstanbul

Birkeland, J (1993). “Ecofeminism: Linking Theory and Practice”, Ecofeminism:

Women, Animals, Nature. Yayına hazırlayan: G. Gaard, Ed.b G.Gaard, Temple University Press: Philadelphia, Sf.13-59

D’Eaubonne, F (1980). New French Feminisms: An Anthology, Ed.by E.Marks and 1.de Courtivron, University of Massachusettes Press: Amherst, Sf.64-67

Desai, N (1999).” Cultivating an urban eco-society: The United Nations response”, Cities and the Environment, Yayına hazırlayan: T.Inoguchi, E.Newman, G.Paoletto, United Nations University Press: Tokyo, N.York, Paris, Sf.233-255

Diamond, I (1990). “Babies, Heroic Experts, and a Poisoned Earth”, Reweaving The World: The Emergence of Ecofeminism, Yayına hazırlayan: I. Diamond & G. F. Orenstein, Sierra Club Books: San Francisco, Sf. 201-210

Gruen, L (1993). “Dismantling Oppression: An Analysis of the Connection Between Women and Animals”, Ecofeminism: Women, Animals, Nature. Yayına hazırlayan: G. Gaard, Temple University Press: Philadephia, Sf.60-90

King, Y (1990). “Healing the Wounds: Feminism, Ecology, and the Nature/Culture Dualism”, Reweaving The World: The Emergence of Ecofeminism, Yayına hazırlayan: I.Diamond& G.F. Orenstein, Sierra Club Books: San Francisco, Sf. 106-121

Mellor, M (1996).”The Politics of Women and Nature: Affinity, Contingency or Material relations?”, Journal of Political Ideologies, c.1, s.2, Sf.147-164

Merchant, C (1992). Radical Ecology, Routledge: New York, London

Merchant, C (1995). Earthcare: Women and the Environment, Routledge:New York

Plumwood, V (1993). Feminism and the Mastery of Nature, Routledge: London, New York 

Ruether, R.R (1992). Gaia & God, Harper Collins Publishers Ltd: New York

Shiva, V (1994). Staying Alive, Zed Books Ltd:London, New York

Simioni, D (1999). “An institutional capacity-building approach to urban environmental governance in medium-sized cities in Latin America and the Carabbean”, Cities and the Environment, Yayına hazırlayan: T.Inoguchi, E.Newman, G.Paoletto,United Nations University Press: Tokyo, N.York, Paris, Sf.127-139

Srinivas, H (1999). “Urban Environmental Management: A partnership continuum”, Cities and the Environment, Yayına hazırlayan: T.Inoguchi, E.Newman, G.Paoletto, United Nations University Press: Tokyo, N.York, Paris, Sf.30-47

Warren, K.J (1996). “Ecological Feminist Philosophies: An Overview of the Issues”, Ecological Feminist Philosophies, Yayına hazırlayan: K.J. Warren, Indiana University Press: Bloominton, Indianapolis, Sf.ix-xxvi

Ziyaoğlu, R (1971). İstanbul Kadıları, Şehreminleri, Belediye Reisleri ve Partiler Tarihi, İsmail Akgün Hak Kitabevi: İstanbul

1] Antroposentrizm: İnsan-olmayan dünyanın insanlar tarafından kullanılmak için olduğu varsayımına dayanan dünya görüşüdür. İnsanların ne doğaya ne de diğer insan-olmayan canlılara saygı göstermek gibi bir sorumluluğu yoktur. İnsan-olmayan dünyaya duyulan saygı, bu dünyanın diğer insan kullanıcılarının haklarına duyulan saygı ile sınırlıdır. Doğanın bir makina olduğunu ve insanların diğer canlıların tümünden daha üstün yetenekleri olduğunu savunur. Tek tanrılı dinlerdeki Yaradılış hikayesi ve Varlıklar Hiyerarşisi’nde insan-olmayan doğanın bu hiyerarşinin en altında yer alması insanın doğaya hükmetmesini meşru kılar. (bkz. Merchant, 1992:70-74)

[2 Ekosentrizm: Evreni tanımlayan bütüncül dünya görüşü. Doğadaki canlı ya da cansız bütün varlıkların yalnızca var olmalarından dolayı ‘öz’ değerleri vardır. Bu bütüncül metafizik, her şeyin birbiri ile bağlantılı olduğu varsayımına dayanır: Bütün, parçalarının toplamından daha büyüktür; Bilgi bağlamsaldır; İnsanın ve İnsan-olmayan doğanın birliğini öngörür (bkz. Merchant, 1992: 74:80). Ekosentrizmin kökleri Hristiyan Kozmolojisi’ne dayanır. 18-19 yüzyılda, Avrupa ve Amerika’daki endüstriyel gelişmelere karşı olarak doğan Romantik ve Transandantal akımlarla birlikte yeniden doğmuştur.

Ek bilgiler

  • Yazar: Oya Beklan
  • Yıl: 2002
Ara...